Necip Tosun ::: ÖYKÜYE ADANMAK: YAZI HAYATI         
Necip Tosun
İnceleme/Eleştiri 
 
 ÖYKÜYE ADANMAK: YAZI HAYATI


Yazı hayatım iki ana temel üzerinde ilerliyor. Öykü ve öykü yazıları. Benim asli işim öykü ve bütün inceleme/kuram yazılarını öykücülüğümün bir parçası olarak gördüğüm için yazıyorum. Bu yazılarla bir bakıma yaptığım işi anlamaya, öncülerini bilmeye çalışıyorum. Öykü davamın bir devamı bu yazılar. Hiç şüphesiz benim öncelikli uğraşım öykü, o, üzerine titrediğim tür. Kuram ve inceleme kitaplarının yazılma gerekçelerinin başında öykü türüne ilişkin kuramsal kitapların, inceleme kitaplarının eksikliği geliyor. Öykü ne yazık ki edebiyat dünyasında üzerinde en az konuşulan yazınsal türlerden biri. Şiir olsun, roman olsun, sanatın, edebiyatın diğer türleri, alanları olsun, pek çok kuramsal, poetik çalışmaya muhatap olmuşken, öykü için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Hele ülkemizde bu alan bomboş. Bu kitapların ilk amacı işte bu "eksiklik" duygusu oldu. Tabii bu boşluğu ben dolduracağım ukalalığına düşmek istemem. Daha çok öykünün gündeme gelmesi ve tartışılıyor olması benim amacım. Bu kitapları biraz da yaptığı işi anlamaya çalışan birinin sorduğu sorular, vardığı sonuçlar, yaptığı düşünce egzersizleri olarak tanımlamak gerek. Hayat ve Öykü, Türk Öykücülüğünde Rasim Özdenören, Türk Öykücülüğünde Mustafa Kutlu, Modern Öykü Kuramı, Öykümüzün Kırk Kapısı, Doğu'nun Hikâye Kuramı işte bu amaçla yazıldı.

Gündelik hayatımda her zaman öncelikli tercihim edebiyat olur. Hep ona zaman artırmakla geçer günlük uğraşım. Ailemden, işimden, dostlarımdan zaman alır edebiyata aktarırım. Edebiyatla arama girecek her şeyden uzak durmaya çalışırım hatta cep telefonum bile kapalı olur. Çünkü edebiyatın insandan bir hayat talep ettiğine inanırım. Siz ona koşulsuz teslim olmadan o gizlerini, güzelliklerini size açmaz.

Keşke, edebiyatı hayat tarzı olarak yaşıyorum, edebiyat bütün bir günümü kuşatıyor diyebilseydim. Yazık ki böyle değil. Hayatımızı kazanmak için, günümüzün önemli bir kısmını edebiyat dışı işlerde geçirmek durumundayız. Ve bunun yanında çeşitli toplumsal, ailesel zorunlulukları yerine getiriyoruz. Dolayısıyla edebiyatı bu zorunlulukların/rollerin bir yerlerine sıkıştırmakla karşı karşıya kalıyoruz. Ben bu zorunlulukları verime dönüştürmeye çalışıyorum. Mesai içinde bir "gözlemci" olarak, mesai dışında ise "sıkı okumalar" olarak bunu gerçekleştirme çabası içindeyim. Gözlemek ve okumakla "biriktiriyorum". Mesai sonrası kitapevlerine uğruyor, kitaplar arasında kendimi kaybediyorum. İlle de sinemaya yer ayırıyorum. Dost sohbetlerinde dikkatimi, gündemi yakalamaya gayret ediyorum. Bütün bu "biriktirdiklerimden" "taşanları" ise yazıya dökmeye, paylaşmaya uğraşıyorum. Bu yaşadıklarımdan dolayı, ekonomik özgürlük ile yazar-iddia arasında ciddi bir bağ olduğunu düşünüyorum.

İnsan sonuçta sevdiği işi yapmalı hayatta. Ama ne yazık ki sadece yazı yazarak geçinmek, Türkiye şartlarında olanaksız. Edebiyatçılar ekmek parası için bir yandan da çalışmak zorundalar. Ne var ki bunun yazardan neler götürdüğü iyice araştırılmalı. İkisini bir arada sürdürmek ise epey sıkıntılı. Benim görüşüme göre hem bürokraside hem de sanat-edebiyatta başarılı olmak zor. Çünkü bürokrasiye ağırlık veriyorsanız sanat-edebiyatı ertelemek, sanat-edebiyata önem veriyorsanız bürokrasiyi geri planda tutmak zorundasınız. Daha açıkçası hem iyi bir yazar hem de iyi bir bürokrat olmak mümkün değil. Bu anlamda Ankara, bürokrasinin ezip, öğütüp bir kenara fırlattığı eksik/yarım yazarlarla, sanatçılarla dolu.

Ne işe yarar, kimin yarasına merhem olur bilmiyorum ama Allah sağlık, ömür verdiği sürece, yazmak, yazmak, yazmak istiyorum...


Yayın Tarihi : 27.08.2015

 
         
Yorum yazmak isterseniz...
İsim
@-posta Adresiniz
@-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.
Yorumunuz
Güvenlik kodu
 
  Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır
 
Okunma Sayısı: 2635