Necip Tosun ::: JULIO CORTÁZAR: FANTASTİK VE DENEYSEL ÖYKÜLER / NECİP TOSUN         
Necip Tosun
İnceleme/Eleştiri 
 
 JULIO CORTÁZAR: FANTASTİK VE DENEYSEL ÖYKÜLER / NECİP TOSUN


Julio Cortázar (1914-1984), Brüksel'de doğmuş, uzun süre Arjantin'de yaşamış, daha sonra Paris'e yerleşerek ömrünün sonuna kadar burada kalmış, cazla ve fotoğrafla ilgilenmiş, öykü tarihinin en önemli yazarlarından biridir. Latin Amerika edebiyatının bu ünlü yazarı; fantastik eğilimleri, postmodern ve deneysel yaklaşımları, geleneksel biçimleri reddeden yazınsal tutumu ile öyküyü sanat yapanlardandır. Türkçedeki Mırıldandığım Öyküler, Cinayeti Gördüm, Bir Sarı Çiçek, Ayakizlerinde Adımlar öykü kitaplarıyla tanınan Cortázar, modern öyküye yenilikçi katkılarda bulunmuş sonuçta fantastik ve deneysel öykünün en ileri örneklerini vermiştir. Olay örgüsünden çok biçime önem veren yazar, gizli mizah, derin hüzün ve güçlü bir iç akıntıyla öykülerini oluşturur. Zaman meselesini anlatılarında sürekli tartışan Cortázar, kronolojiyle, geçmiş ve gelecekle oynayarak; sonsuz bir zaman düzleminde gerçekliğe değmeyi dener. Şaşırtıcı, tuhaf, benzersiz anlatımlarla gerçeküstünün sınırlarında gezinir.

Cortázar öykücülüğünün bilinen en önemli damarı fantastik öykü yaklaşımıdır. Bu seçimiyle Borges'in ilgisi ve takdirini de kazanmış olan yazarın ilk önemli öykülerinden biri olan "Ele Geçirilen Ev" 1946'da Borges'in yayın yönetmenliğini yaptığı dergide yayımlanmıştır. Fantastik türdeki bu öyküden sonra, aynı türdeki "Canavar Masalı" da yine bu dergide çıkar. Fantastik, edebiyatçıya yazınsal yeteneklerini, sezgilerini, düşlerini sergileyebileceği geniş bir özgürlük olanağı sunar. Sanat-edebiyat zaten çıplak gerçekliği aşma girişimi, yeni bir dünya yaratımıdır. Bu anlamda bunu gerçekleştirmek için kullandığı malzemelerin adının, niteliğinin bir anlamı yoktur. Yazar, duygularını, düşüncelerini, gerçeklerini hangi dünyada kurarsa kursun, önemli olan bütün bunları estetik bir yetkinlikle oluşturabilmesidir. Hatta bir anlamda figürlerin ve nesnelerin bile önemi yoktur, olayın hangi evrende geçtiğinin de. Bu nedenle uçağın uçmasıyla, halının uçması arasında sadece zamanlama farkı vardır. Önemli olan bütün bunlarla yaratılan dünyadan yazarın bize aktardıklarıdır.

Kurmaca; olabilecek, olması mümkün olan gerçek hayatın malzemeleriyle oynamak, onun malzemelerini temel almakken, fantastik kurmaca, gerçek hayatta bire bir karşılığı olmayan, olması da mümkün olmayan bir evrenin, olayların anlatımıdır. Bu nedenle fantastik kurmaca, gündelik hayatın bilinen kavramlarından, kelime ve düşüncelerinden soyutlanmış bir evrende geçer. Bu anlamda fantazya yazarları, somut bilgilerden tümüyle soyutlanmış, her şeye inanmaya hazır, bir anlamda oyun oynamaya hazır çocuk/okur beklerler. Kuşkusuz çocuğun imgesi safiyettir, bozulmamışlıktır. O her şeye itirazsız inanır. Bir yazar için muhatabının her şeye itirazsız inanması büyük bir imkândır. Anlatılan hiçbir şey çocuğu şaşırtmaz. Yazarın kurduğu dünyaya okurunu inandırması için bir çaba sarf etmesi gerekmez. Hayvanlar konuşur, eşyalar konuşur, güneşe gidilir, görünmez olunur. Bütün bunları büyüklere inandırmak güçtür, ama çocuk bunlara hayret bile etmez. Çünkü muhayyilesi daha geniştir, sınırsızdır. Dolayısıyla fantastik yazarı, masal koşullarına hazır okuyucu bekler. Bu yüzden fantastiğin masallardan, efsanelerden, mitlerden farkı biraz da okur profili ve anlatıcının konumundan kaynaklanır. Bütün eleştirmen ve kuramcıların ortak görüşü, günümüz fantastiğinin en belirgin özelliğinin değişen okur profili ve anlatıcının konumu olduğudur. Böylece fantastik yeni bir yönelime girer. Artık yazarların karşısında bilimsel bilgiden yoksun ortaçağ insanı yoktur. Tam tersine fizikten, kimyadan anlayan, her şeyin nedenini ve sonucunu formüllerle hesap eden bir okur kitlesi vardır. Anlatıcı da metafizik dünyadan söz ederken bu gerçekten hareket eder.

Julio Cortázar öykülerindeki şiirsellik ve yabancılaşma olgusuna, fantastiğin gücünden yararlanarak ulaşmıştır. Fantastiğe, gerçeküstülüğe yasladığı öykülerinde, kurmaca dünya ile gerçek dünyayı iç içe vererek okuru sadece şaşırtmaz, aynı zamanda, onu yeni, bambaşka bir gerçeklik düzlemiyle karşı karşıya getirir. Anlatının bir yerinde birdenbire bir değişim yaşanır ve anlatıcı muammaya dönüşür, okur metne yabancılaşır, boşluğa düşer. Meksika semenderi üzerine konuşan anlatıcının öykünün bir yerinde birden bizzat kendisinin Meksika semenderi olduğunu öğreniriz ("Axolotl"). Roman okuyan adam birden okuduğu romanın içine girer, artık roman kahramanını izlemeye başlarız. Bu arada roman kahramanlarından biri okurun odasına girer. Okur muhtemelen roman kahramanı tarafından öldürülecektir ("Bütün Parklar Uç Uca"). Onun öykülerinde dünya tekin değildir ve şiddet ile doğaüstü olaylar hayatın hemen içindedir. Görünmeyen yaratıklar evi işgal edebilir ("Ele Geçirilen Ev"), atlar evi basabilir ("Yaz"), insan kaplanla iç içe yaşayabilir ("Canavar Masalı"). Cortázar, öykülerinde gözle görünmez şeylerin, küçük ayrıntıların büyüklüğünün peşine düşmüş ve bizzat gerçekliği temsil ettiklerini örneklemiş, fantastik yaklaşımların şiirsel başyapıtlarını vermiştir.

Cortázar'ın öykülerinde postmodern tutumun bütün özelliklerini görmek mümkündür. Postmodern anlatılardaki gerçek ve düş ayırt edilemezliği, birden fazla anlatım çeşidinin ve bakış açısının kullanılması onda da görülür. Üstkurmaca onun öykülerinin en belirgin anlatım özelliklerindendir. Postmodern yazını temsil eden bir kullanım olan üstkurmacada (metafiction), kurmaca ile gerçeklik arasındaki sınıra dikkat çekilir. Metnin yazılış süreci, anlatının ana sorunsalıdır; yazar, okura okuduğu metnin kurgusal olduğunu kabul ettirir, sürekli bakış açısı değişir, okurun beklentileri boşa çıkarılır, hikâye içinde hikâye anlatılır, okura okuduğu şeyin gerçek değil bir oyun olduğu hatırlatılır. Metinde roman/öykünün yapısı, teorisi tartışılır, kısaca kurgu tüm sayfalara nakşedilir. Bu öykülerde ağırlıklı olarak, yazma serüveni öne çıkarılırken okur, metni oluşturma serüvenine ortak edilir. Cortázar'ın pek çok öyküsü üstkurmaca özelliği taşır.

Onun öykülerinde okunan metnin kurmaca olduğu vurgulanırken, gerçek ile kurmaca arasındaki ilişkiler de bir sorunsal olarak yer alır. Onun için yazmak bir oyundur. Sözcükleri, fikirleri, zamanları, gerçek ve düşü iç içe geçirerek oynanan bir oyun. Çünkü o bir kurmacadır. Kurmaca da bir oyundan ibarettir. Hayat bir oyun olarak algılanabilir ve bu oyunsuluğu iyi yakalanabilirse ancak o zaman gerçekliği ortaya çıkarılabilir. Çünkü saçma ve tehlikelerle dolu bir dünya ancak oyun diliyle yakalanabilir, izah edilebilir: "Anlatılan hikâyelerin aydınlık bir gökyüzünde, karanlık köşeleri olmayan bir dünyada geçtiğine inandırır. Oysa burada da bir cambazlık söz konusudur. Çünkü aslında o dünya vahşetle doludur. Acı, keder ve korku insanların peşini bir türlü bırakmamaktadır. Oyun, delilik, şiir, şaka simyasal bir bütünlük oluşturur." Onun öykülerinin en belirgin özelliği anlatıyı ters yüz eden şaşırtıcı, yanıltıcı dönüşümlerdir: "İlk bakışta gündelik bir olayın anlatımı olduğunu sanırız. Sonra zamanla böyle olmadığını hissederiz, anlatıcı farkına varmadan mutluluğun imkânsız olduğu korkunç bir dünyanın içine çeker bizi. Varlıkların iç içe geçtiği geçirgen bir dünyadır bu; bir insanın bilinci bir hayvanınkine girebilir, keza bir insanınki de bir insanınkine. Aynı zamanda insanın özünü oluşturan zamanla ilgili oyunlar da vardır. Bazı öykülerde iki zaman dizisi birbiri içinde akar. Kimse bir Cortázar metninin olay örgüsünü anlatamaz; onun her metni belirli sözcüklerin belirli bir düzende bir araya gelmesinden oluşur. Bunları özetlemeye kalkıştığımızda, nadide bir şeyin kaybolduğunu fark ederiz."

Öykülerin yazılma serüveni, anlatı içinde bir başka anlatının izinin sürülmesi, iç içe anlatılar, ucu açık sonlar, parçalılık, tamamlanmamışlık, yazarın metinde kendisini sürekli belli etmesi, deneyci kurgu bu öykülerde yaygın bir biçimde yer alır. Açıklama, çözümleme, göndermelerle oluşturulur öyküler. Kurgu, öykülerin temel sorunsalıdır. Öykülerinde bir yandan hayat-kurgu, yazı-gerçek ilişkisi irdelenirken bir yandan da öykünün yazılış serüveni okurla birlikte oluşturulur. Fantastik, ironi, metinler arası ilişki, deformasyon baskındır. Öykülerin odağında hep hikâyenin kendisi vardır. Pek çok öyküde bir kahraman olarak yazar yer alır. "Gerçekten acı çekeceksen, bu, yazdıklarından değil yazma biçiminden olsun" diyen Julio Cortázar yazma biçimlerini alt üst eder. "Mırıldandığım Öyküler" bu anlamda en tipik öyküsüdür: "Mırıldandığım öykülerin en sevdiğim yanı; her şeyin, her edimin ince ince betimlenmesi, gittikçe artan bir tadın çok ağır çekimi, bedene, sözcüklere, suskunluklara doğru usulca tırmanışı... Kısaca hayatın kaldıramadığı yığınla şeyle dolu bu öykü." "Bir Kral ve Prensin Öcü Teması Üstüne Notlar" öyküsünde de öykünün yazılma serüveni aktarılır: "Ama öykünün daha baştan bir gövde, bir topluluk kavramıyla var olması da şarttı bir biçimde, kısa öykü türünün kapsamı, anlatılan olaydan önce aralarında hiçbir ilişki, hiçbir bağ olmayan sekiz kişinin birdenbire böylesine kaynaşmasına izin veremezdi." "Dönüş Yolu Tangosu" da benzer bir iz üzerinde yürür: "Güzel bir sabah, onu usulca elinden tutarak aynı öyküye getirdim. ... Geleneklere kesinkes bağlı olduğumdan önce olayların akışını kavramak isterim, üstelik yazdığım zaman, yazdıklarımı görüyorum da." Anlatıcıyı çoğunlukla bir yazar olarak kurgulaması metinlerinde edebiyatın bir mesele olarak yer almasını sağlar. "Gazete Kesikleri", gerçek ve kurgu ilişkisini irdeleyen bir başka öyküdür. Yazar, gazete kesiklerindeki gerçeklerle (baskı, işkence, katliam) yazma serüvenindeki gündem arasındaki açık mesafeyi fark eder. Öyküde; Arjantin'deki şiddet, Paris'teki şiddet, düş-gerçek-kurmaca-yazı iç içe geçer.

"Arayış" öyküsünde, eleştiri kurumu merkezdedir ve yazınsal bir sorun olarak tartışılır. Öyküde; ünlü, oldukça başarılı bir saksafoncunun uyuşturucu ve şizofreni ile geçen hastalıklı hâlleri sonucunda sanat dışına düşmesi anlatılır. Öyküde eleştiri/biyografi türünün imkânları, zaafları tartışılır. Bir eleştirmenin ağzından anlatılan öykü, hiçbir eleştirinin bir eseri tümüyle yansıtamayacağı yargısını işler. Yazar/sanatçı hem eleştirmene mahkûm hem de ortaya çıkan metin onu yansıtmaktan uzaktır. Sanatçının açmazı da burada başlar. Yazar/sanatçı ne eleştirmenle ne eleştirmensiz yapamamaktadır. Öykünün temel vurgularından biri de yaratma sorunu ve sanatçının eser karşısındaki konumudur. "Ayakizlerinde Adımlar" öyküsünde benzer bir şekilde bir eleştiri kitabının yazılma serüveni anlatılır. Her iki öyküde de yazar/eser ile eleştirinin arasındaki mesafenin açıklığı hikâye edilir.

Bir öyküde yazar, her şeyden önce bir "anlatıcı ses"e ihtiyaç duyar. Olayları, durumları, olguları; bu anlatıcının gözünden, bakış açısından, izlenimlerinden anlatır. Bunu yaparken de çeşitli anlatım türlerini tercih eder. Burada yazarın aradığı, anlatıcı nerede konumlanacak, hangi fotoğraflar çekilecek, hangi perspektiften bakılacak sorusunun cevabıdır. Elbette sadece bakılan yerler görülebilecektir. Bu anlamda anlatıcı, okurun gözü, kulağı olacaktır. Çünkü bir konuyu, bir olayı, bir durumu öykülemeye karar veren bir öykücü için en öncelikli seçimlerden biri, bakış açısı tercihidir. Öykücünün bakış açısı, bir anlamda öykünün nasıl şekilleneceğini de belirleyecektir. Kuşkusuz aynı tema farklı bakış açılarıyla apayrı yönlere savrulabilir. Çünkü her bakış açısının kendine göre bir mantığı, anlam ve çağrışım alanı vardır. Bu nedenle öykücü, okurda en vurucu ve kalıcı etkiyi yaratabilmek için o temanın gerektirdiği bakış açısını yakalamak durumundadır.

Julio Cortázar'ın "Büyüdükçe" öyküsü de bakış açısı ve anlatıcı sesin bir öyküdeki önemini örnekleyen ilginç bir metindir. Öyküye anlatıcı ses tartışmasıyla girilir: "Bunun nasıl anlatılması gerektiği hiçbir zaman bilinmeyecek; birinci kişi mi, ikinci kişi mi, üçüncü kişi çoğul olarak mı, yoksa durmadan işe yaramaz kalıplar yaratarak mı?" Hatta anlatıcı aynı "cümlede" birden fazla şahıs anlatmanın mümkün olabilmesini arzular: "Denilebilse: Biz ayın doğuraklığını göreceğim. Ben gözlerimizin ardında acı duyuyorsun..." Daha sonra öyküdeki anlatıcının, kahramanın konumu tartışılmaya başlanır. Öyküdeki anlatıcı sesin kim olduğu bilinmez ve hem ben anlatım hem de üçüncü şahıs anlatım iç içe kullanılır. Kahramana söz verildiğinde öykü ben anlatıma dönüşürken, bir başka anlatıcı sürekli araya girerek okuru uyarır ("Michel edebiyat yapmaktan, kafasında uydurmacalar uydurmaktan suçlu") ve ben anlatıcıya dikkat edilmesini önerir. İki farklı anlatıcı ses iç içe verilirken, bakış açısının, olayların, nesnelerin, atmosferin nasıl, niçin farklılaştığı öykü içinde tartışılarak anlatılır.

Julio Cortázar öykülerinde iç yakıcı acıları anlatsa da melodrama düşmez. Ayrıca yoğun anlatımın nitelikli örneklerini verir. Cortázar "Liliana'nın Gözyaşları"nda, ölmek üzere olan kahramana; ölüm sonrası olacakları, yaşamı geriye sarıp yoğun bir anlatımla yorumlatıp, yaralayıcı bir yaşam hikâyesine dönüştürür. Fazlalıktan arınmış, en az sözcükle en çok şeyin anlatıldığı, dilin gücüne dayanan bir anlatım özelliği olan yoğunluk; öyküde ustalıkla sergilenir. Anlattıkları konular ve malzemeler melodrama dönüşebilecek bir nitelik taşımalarına rağmen, öykü bu sınırdan uzak durur. Bu anlamda Cortázar acının, hüznün, tutunamamışlığın, edebiyatın diline nasıl çevrileceği sorununu tümüyle çözmüş öyküler ortaya koymuştur. "Defterden Bir Metin" öyküsü bu yaklaşıma iyi bir örnektir. Yeraltında yaşayan, metro trenlerini ele geçiren kadın; yer üstünde sadece kanaryasını merak eder: "Yeraltında biri var biliyor musunuz, boyuna dolaşıp duran, perondan perona giden biri, kimsenin görmediği bir anı kolluyor, yalnızca benim bildiğim ve kulak kesildiğim bir anda, yarı karanlık bir telefon kulübesine kapanıyor, çantasını açıyor. Birkaç damla gözyaşı döküyor önce, sonra da sayın müdürüm şöyle diyor aynen: 'ya kanarya, ona bakıyorsun değil mi? Her sabah yemini veriyorsun, bir parça vanilya, değil mi?" Öyküde, yeraltında, metroda yaşayan insanların davranışları, ilgileri, incelikle örülür. Örneğin yüzleri hep hüzünlüdür. Yeraltındaki yaşamı sürerken, intihara sürüklenen kızın hayatı derinlikle gözler önüne serilir.

Julio Cortázar öykülerinde rüyadan beslenen yazarlardandır. Öykülerinin yazılış serüvenini şöyle açıklar: "Böyle gelir fikirler. Sonra rüyalar başlar. Bu fikir oluşumu aşamasında rüyalarım yazacağım öyküde neler olacağına dair ipuçlarıyla, imalarla doludur. Hatta bazen bütün bir öyküyü görürüm rüyamda. İlk ve en sevilen öykülerimden biri olan 'House Taken Over' aslında gördüğüm bir kâbustur. Hemen uyandım, o kâbusu yazdım. Ama rüyalarımda gördüklerim çoğunlukla bölük pörçük ipuçlarıdır. Yani, bilinçaltımda öykü işlenmektedir; ben rüya görürken, zihnime yazılır o öykü. İşte her yerinden başlayabilirim dememin nedeni o anda öykünün başını, sonunu henüz kestirememiş olmamdır."

Cortázar, bir cazcı, bir film artisti etrafında oluşan cemaatlerin psikolojisi, sosyolojisi üzerine nitelikli öyküler yazarak cemaat ruhunu öyküleştirmiştir. Kabuklarına çekilmiş, iyice rafineleşmiş çeteler/cemaatler, etrafında sarıldıkları ikonları, tapındıkları kişileri, değerleri yüceltirler, ritüeller ve efsaneler oluştururlar. Bu coşku nöbetlerinde katı kurallar bile oluşmaya başlar. "Glenda'ya Öyle Tutkunuz ki" öyküsü bu yaklaşımın tipik örneklerindendir. Sadece bir artist kadın sevgisi üzerine oturmuş olan dostluk grubu, onun filmlerindeki beğenmedikleri sahneleri filmlerin kopyalarını toplayarak değiştirmelerini anlatır. Çünkü "Glenda'yı kusursuzlaştırmanın bizleri ve dünyayı kusursuzlaştırmak anlamına geldiğine" inanmaktadırlar. Bir gün Glenda onlara ihanet eder onlar da buna yeni bir mazeret bulurlar. Çünkü asıl olan bozuk düzendir. Rakamlar, Oscar'lar, ödüller gerçeğidir: "Glenda'ya öylesine tutkunduk ki ona son bir dokunulmazlık, bir kusursuzluk sunacaktık. Yücelttiğimiz erişilmez doruklardan düşmesini engelleyecektik, tutkunları sayılar hiç azalmadan ona tapmayı sürdüreceklerdi; haçtan sağ inilmezdi ne de olsa."

Öykü kuramı üzerine nitelikli görüşler ileri süren Cortázar'ın bilinen en iyi aforizması "roman hep sayıyla kazanır, oysa öykünün bu maçı nakavtla alması gerekir."dir. Ancak Sinemayı romanla, fotoğrafı ise öykü ile ilişkilendiren Cortázar'ın bu yaklaşımı da ufuk açıcıdır: "Bu anlamda, roman ve öykü örnekleme olarak sinema ve fotoğrafla karşılaştırılmaya uygundurlar, bir film öncelikle roman tarzında 'açık bir sıralama' iken, bir fotoğraf önceden tasarlanmış tutumlu bir sınırlamayı gerektirir; bu kısmen kameranın kapsadığı kısıtlı alan yüzünden böyledir, kısmen de fotoğrafçının bu kısıtlılığı estetik olarak kullanma biçiminden. (...) Sinemada da, tıpkı romandaki gibi, çok geniş ve çok biçimli bir gerçekliğin elde edilmesi, eseri doruk noktasına götüren bir sentezi dışlamadan süreç içinde bir araya getirilen dağınık bileşenlerin gelişimi aracılığıyla başarılırken kaliteli bir fotoğrafta ya da öyküde tam tersi bir yol izlenir; yani fotoğrafçı ya da öykücü anlamlı bir olay ya da görünüm seçmek ve onunla yetinmek zorundadır ancak bunlar sadece kendi içlerinde bir değeri olan görünümler değil, seyirci ya da okuyucuda zekâyı ve duyarlılığı fotoğraf yahut öyküdeki yazınsal içeriğin ya da görsel anekdotun çok daha ötesine taşıyan bir tür zihinsel açılıma ya da mayalanmaya neden olabilecek nitelikte olaylar ve görünümler olmalıdır."

Cortázar etkilendiği yazarları anarken pek çok yazar yanında Jorge Luis Borges, Virginia Woolf ve Edgar A. Poe'yu da sayar. Bu üç yazar onun öykü yaklaşımını izah eden iyi bir seçmedir. Gerçekten de bu üç yazar Cortázar'da birleşmiştir.

Özellikle, "Axolotl", "Ele Geçirilen Ev", "Yaz", "Canavar Masalı", "Liliana'nın Gözyaşları", "Büyüdükçe", "Arayış", "Gazete Kesikleri", "Defterden Bir Metin" onun unutulmaz öyküleri olarak belleklerde yer eder. Tomris Uyar'ın deyişiyle, "Kızılderili, Arjantinli, Brüksel doğumlu, Paris yaşamlı bu caz düşkünü" kendinden sonra gelen pek çok öykücüyü etkilemiştir.

Mario Vargas Llosa, "Deya'nın Trompetçisi", Notos, Sayı: 47, Ağustos / Eylül 2014, s. 37.

Jorge Luis Borges, "Cortázar'ın Öykülerinde Önsöz", Notos, Sayı: 47, Ağustos / Eylül 2014, s. 37.

Julio Cortázar, Söyleşi, Çeviren: Nermin Özdilkural, Notos Öykü, Sayı: 18, Ekim / Kasım 2009, ss. 101-107.





Yayın Tarihi : 6.05.2020

 
         
Yorum yazmak isterseniz...
İsim
@-posta Adresiniz
@-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.
Yorumunuz
Güvenlik kodu
 
  Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır
 
Okunma Sayısı: 1636