Necip Tosun ::: İSLAMCI YAZARLARIN BATI YAZARLARI KİTAPLIĞI / NECİP TOSUN         
Necip Tosun
İnceleme/Eleştiri 
 
 İSLAMCI YAZARLARIN BATI YAZARLARI KİTAPLIĞI / NECİP TOSUN


İslamcı yazarlar, yazarlık serüvenleri boyunca halkın kültürel birikimi ve öz değerlerine sahip çıkarken, yıllardır yok sayılan, atlanılan manevî değerleri, moral unsurları gündeme getirmişlerdir. Türk toplumunun bünyesine uymayan ithal beğeni ve ilkelerin, özden kopuşun, insanları, toplumu kişiliksizleştirip kimliksizleştireceğini savunurken, çıkış yolu olarak yerli düşünceyi göstermişlerdir.

Onlara göre Türk düşüncesi, sanatı, yabancı ulusların deneylerine değil, kendi ülkemizin, halkımızın tarihsel özelliklerine, birikimlerine dayanmalı, onun duyuş ve heyecanlarına tercüman olmalıdır. Batılılaşma çabalarının her alanda olduğu gibi, sanatımızı bir açmaza sürüklediğini düşünen bu yazarlar, Türk halkını yaşatan ne varsa, (dil, gelenek, inanç, üretim ilişkileri) ona sahip çıkmanın doğru yol olduğunu savunmuştur. Özellikle din olgusunu, uygarlığımızın temel bir gerçeği olarak belirlemiş, din gerçeğini görmezlikten gelmenin Türk halkına ihanet etmek, ondan kopmak anlamına geldiğini temellendirmişlerdir.

Yabancılaşmayı, genel olarak fıtrattan kopuş özel olarak da Batılılaşma olarak tanımlarlar. Kısaca Batılılaşma eşittir yabancılaşmadır. Bu yüzden Batılılaşma, bizi yabancılaştırma düzeyinde çağın tüm bunalımlarıyla karşı karşıya getirmiştir. Ülkede üretilen eserlerin yerli, kendi duyuşumuzu, kendi anlayışımızı yansıtması gerektiğinde hemfikirdirler. Taklitçiliği kesinlikle reddederler. Batı tipi bir taklitçiliğe de karşıdırlar. Ne var ki Batı medeniyetini yabancılaşma olarak gören, Batılı yazarlara karşı tutumları bilinen İslamcı yazarların Batılı yazarlara ve eserlere sırt dönmediklerini görürüz. Batı medeniyetinin, Batı edebiyatının iyi okunmasını, iyi anlaşılmasını isterler. Bu yazarların tutumunu Mevlâna'nın; "Pergelin bir ayağı hakikatte/gelenekte sabitken, diğer ayağıyla yetmiş iki milleti dolaşmak" olarak özetlenecek pergel metaforuna benzetmek mümkündür. Her çeşit fikre, coğrafyaya, anlayışlara, arayışlara seyir hâli.

Mehmet Âkif Ersoy, Necip Fazıl Kısakürek, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil, Rasim Özdenören, Cahit Zarifoğlu, İsmet Özel acaba Batılı yazarlara nasıl baktı, onlardan neler okudu, beğendiği, önemsediği yazarlar, kitaplar nelerdi? Okudukları, takip ettikleri Batılı bu yazarların kendi edebiyat anlayışlarına katkısı, etkisi oldu mu? Tümüyle kendi yazdıklarından, tanıklıklardan, anılardan, söyleşilerden yola çıkarak İslamcı yazarların okuma listesini oluşturmak mümkün.

Mehmet Âkif Ersoy, Batı'yı çok iyi okuyan ve eserlerinde değerlendiren yazarlarımızdan biridir. Mehmet Âkif Ersoy, ilk gençlik dönemlerinde Fransızcayı öğrenmiş ve bu dilden edebî eserler okumaya başlamıştır. Yakın dostları, kendi yazıları ve tanıklıklardan öğrendiğimiz kadarıyla onun okuma listesi şöyle oluşmuştur: Victor Hugo, Ernest Renan, Anatole France, Alfred de Musset, Alphonse de Lamartine, Jean-Jacques Rousseau, Henryk Sienkiewicz, Alphonse Daudet, Emile Zola, Dumas Fils. Özellikle gerçekçilik yaklaşımında Emile Zola'nın etkisinin şiirlerinde görüldüğü yorumları yapılır.

Yakın arkadaşı Mithat Cemal'in anlattığına göre, Sienkiewicz'in Quo Vadis kitabını çok beğenen Mehmet Âkif bu kitabı okuyup okuyup ah! ederken bu tür kitapların ülkemizde olmamasına üzülürmüş: "İnsanın Hristiyanlığı seveceği geliyordu. Ve hep anlatıyor, hep beğeniyordu: 'Müellif Lehistan'ın yeniden dirilmesini, Roma'daki yeni dine nasıl sokmuştu! Milli ile dinî'yi nasıl karıştırmıştı." Mithat Cemal bu kitabın Âkif'in daha sonraki şiirlerindeki etkisini örnekler.

Âkif'in Sırat-ı Müstakîm ve Sebîlü'rreşad dergilerinde yayınlanan makalelerinde Doğu kültürü yanında Batı kültürünü ve edebiyatını da çok iyi bildiği, yakından takip ettiği açıkça görülür. Arapça ve Farsça yanında Fransızca da bilen Âkif'in bu makalelerinde gördüğümüz edebiyat bakışındaki sıhhat hayranlık uyandırıcıdır. Özellikle Batı'da yayınlanan bazı kitapların çevrilmemesine üzülür: "Fuzûlî'yi ne kadar seversem; Lamartine'i de o kadar sever, o kadar hürmetle, o kadar iştiyak ile yâdederim. Ne olur bir hayır sahibi çıksa da bize, 'Meditations'ları, 'Harmonie'leri, 'Graziella'ları, 'Rapheal'leri tercüme etse. Şarkta Garpta birçok bedayi'-i edebiye var ki lisanımıza nakli üdebamız için adeta farz-ı kifayedir." Âkif özellikle o dönemde çevirinin önemini kavramış, Batı'nın önemli eserlerini çevirmek gerektiğini vurgularken, Batı taklitçisi kişilerin ideolojik çeviriler yaptığının altını çizmiştir. Oysa ona göre bu işin üstadları bilinmeden onların adına konuşmak beyhudedir. Özellikle Rus edebiyatından gençler habersizdir. Tolstoy'un ölümü üzerine yazılan bir yazıyı bir gazetede gördüğünde çok sevinen Âkif yazının içeriksizliği karşısında üzülür ve Tolstoy ile ilgili pek çok yanlışı bu makalesinde düzeltir.

Bir yazısında "Bana öyle geliyor ki ne varsa şarkta vardır, diyenler yalnız garbı değil, şarkı da bilmiyorlar; nitekim ne varsa garpta vardır davasını ileri sürenler yalnız şarkı değil garbı da tanımıyorlar." diyen Mehmet Âkif; "Hem şarkı hem garbı tanıyan; hem Hayyam'ı hem Schopenhauer'i okuyan; hem Muhiddin'i hem Spinoza'yı tedkik eden Mevlânâ'ya âşık olduğu kadar Hint felsefesindeki hakikatleri de hırz-ı can eden" diyerek arkadaşı Ferit Bey'i över. (Mithat Cemal, A.g.e., s. 119). Iraklı Fuzûlî ile Fransalı Lamartine'i birlikte, yan yana düşünür: "Şark ile garp arasındaki mesafe ba'de'l-maşrıkîn olmakla beraber ben Iraklı Fuzûlî ile Fransalı Lamartine'i aynı hâk-i nâmiyedarın feyz-i mubini zannederdim. Graziella'yı okurken Leylinâme-i Fuzûlî'yi okuduğuma zâhib olurdum. Hele Meditations benim için bir Sa'dî külliyatı yahut İbn-i Fârız Divanı idi." (Mithat Cemal, A.g.e., s. 21). Graziella'nın arkasından ağlayan Lamartine'in "İlk Acı" şiirinden alıntı yaparak 'burada Fuzuli'yi duymamak mümkün müdür' diye sorar. Batı'dan yapılması gereken tercümeleri çok önemseyen Mehmet Âkif, Paul Bourget, Daudet, Zola'nın eserlerinin çok acemice çevrildiğini belirterek bu işin ciddiyetini vurgular.

Mehmet Âkif'in beğendiği kitaplardan biri de Dumas Fils'in Kamelyalı Kadın'ıdır. "Hasbihal Sa'dî" başlıklı yazısında Sa'dî'nin Gülistan ile Dumas Fils'in Kamelyalı Kadın kitaplarını karşılaştırır: "Size garîp geliyor değil mi? Hâlbuki ben ne zaman Sa'dî'yi ansam arkasından Dumas Fils, ne vakit Dumas Fils'i tahattur etsem yanı sıra Sa'dî'yi bilâ-ihtiyar düşünürüm; birbirinden asırlarla, dünyalarla ayrılan bu iki büyük fıtratı nasıl oluyor da yan yana getiriveriyorum öyle mi?" diyerek bu karşılaştırmayı açıklar. Yazısının bir yerinde de Fransız edebiyatını iyi okuduğunu ima eder: "Garplıların, bilhassa Fransız edebiyâtını biraz daha anlamak için o lisandaki maruf eserleri okurken La Dame aux Camelias'ya sıra geldi."

Nurettin Topçu onun eserlerindeki Batı kaynaklarını şöyle ifade eder. "'Bayram', 'Seyfi Baba', 'İstibdat', 'Hürriyet', 'Mahalle Kahvesi', 'Köse İmam' adını taşıyan parçalar, Sadi ile Balzak'ı veya Zola'yı nazma çekip birleştiren realizmin şaheserleridir. Gerçek aşkı aşikâr görünen bu muhteşem nazım parçalarında XX. asırda yaşayan milletimizin Sadi'sini buluyoruz."

Necip Fazıl Kısakürek, kendisiyle yapılmış konuşmalarda, Batı'yı tanımanın şart olduğunu, hakikat nerdeyse sahip çıkılması gerektiğini söylemekle birlikte, Batı'ya, Batı düşüncesine şiddetle karşı çıkar. Batılı eserlerin kendi meselelerini yazdıklarını, bizim kendi meselemizi yazmamız gerektiğini belirtir. Özellikle Rus romanının Garbı ezdiği tespitini yapar. Tercüme faaliyetlerinin çok "hainane" yapıldığını, örneğin bir Düze'yi, bir Leon Kaytay'ı ele alırken bir Lamartine'nin görmezlikten gelindiğini aktarır. Edebiyatımızdaki en büyük eksikliğin eleştirmenlik olduğunu söyler ve ekler: "Bizde bir Lessing, bir Fague, Ruskin yoktur. Bu olmadıkça, gerçek bir edebiyat beklemek mümkün olmaz." Kendisiyle yapılan bir başka söyleşide de aynı isimleri anınca söyleşiyi yapan "O zaman hiç değilse tenkitçiler manasında batılı gibi insan yetiştirmek mi gerekli?" sorusuna, Necip Fazıl öfkelenir: 'Ben bu batılı-matılı gibi anlamıyorum" der. Söyleşiyi yapan "İyi örnekleri ordan getiriyorsunuz ama..." dediğinde şöyle cevaplar: "İnsan olmak lâzım. İnsan olmak. Hakikat herkesin malıdır. Nitekim hadis var: mümin hakikati nerede bulursa malı gibi alır... Ama bu almak, kopya etmek değildir. Kusuru bilmek ona göre çalışmak için tespitin yapılması şart." (Konuşmalar, s. 218).

Necip Fazıl "çok sevdiğiniz, kendinize yakın bulduğunuz yazarları öğrenelim?" sorusuna şöyle cevap verir: "Bazı cins kafaların çok ileri tırmanış noktalarına kadar gittiklerini görüyorum... Mesela bir Dostoyevski'yi alın ele... Bir Tolstoy'u alın... Benim Fransız edebiyatında takdir ettiğim bir romancı var: Marcel Proust. O hiç alakadâr değildir okuyucuyla... Okuyucu okumuş okumamış, münekkit sevmiş sevmemiş; yalnız içini aksettirir. Yani mühim bir adam... Sonra yapı ustaları var... Zola'lar, şunlar, bunlar... Shakespeare'i çok beğenirim. Cidden çok severim onu... 'Cins Kafa' tabiri (Shakespeare) için caiz... Şiirde Rimbaud'u severim. Baudelaire'i tam severim diyemem şayan-ı dikkattir. Valéry de bunların arasına girer." (Konuşmalar, s. 167).

Kafa Kâğıdı kitabını bir roman olarak yazmayı tasarlayan Necip Fazıl, kitabın girişinde, yazdığı bu romanda uygulayacağı tarzı ilk kez Marcel Proust'un uyguladığını belirtir ve bu tarzı över: "Eserde gaye edindiğim hareket tamamıyla ruhidir ve içinde vak'aya göre ruh yerine, ruha göre vak'a vardır. Gerçek roman da bu olsa gerek... Bu tarzı ilk deneyen, Fransızlardan (Marcel Proust) oldu ve başlangıçta roman sıra dağlarının en yükseklerini abideleştirmiş olan kendi milletine tatsız ve tuzsuz göründü. Onu ilk adımda İngilizlerden başka anlayan olmadı ve bir Fransız edibinin 'İngilizlerden yedi asır gerideyiz' hükmüne bu anlayış misal oldu. 'Kaybedilmiş Zamanı Ararken' isimli cilt cilt eseriyle Rus romanında ve Dostoyevski'nin kaleminde rastlanan şekilde işi ruhi harekete döken Marcel Proust, her şeye rağmen kalabalıkların romanını verememiş ve üstün aydınların hitap edicisi olmuştur. Ama bir orduda yüzbaşıdan itibaren mareşale kadar sözünü dinleten bir insanın bütün orduya hükmedeceği de muhakkak."

Necip Fazıl kendisiyle yapılan son söyleşilerden birinde Son Devrin Din Mazlumları'dan sonra bir de "Batıda ve Doğuda Büyük Mustaripler" adlı bir kitap yazma arzusunda olduğunu belirtir. Belli ki eğer ömrü vefa etseydi Batı'nın da mustariplerini yazacaktı.

Necip Fazıl, Bâbıâli'de; "Bize Alman edebiyatının tam oluş devresindeki (Lessing), filozof estetikçi İngiliz (Ruskin), Fransız tefekkür adamı (Emil Fage) gibi bir zuhur ancak temel atabilir." der. Bir başka yerde de Edebiyat-ı Cedidecileri şöyle suçlar: "Düşünün ki, bu roman, Garp edebiyat ve felsefesinin en olgun demlerini kadrolaştıran ve kördüğüm halinde giriftleştiren 19. asır sonları ve 20. asır başlarında, Fransız romanı bir taraftan cihan hâkimiyetini sürdürür, bir taraftan da Rus romanı Fransız romanını ezmeye başlarken, Batının her türlü ukdesinden gafil, seri malı roman temsilcisi Gonkur Biraderleri model diye almış, ne Zola'yı, ne Maupassant'ı, ne Proust'u, ne Dostoyevski'yi, ne Oscar Wilde'ı ne de Batı fikir cereyanlarını görebilmiştir." (Bâbıâli, s. 197). Buradaki yaklaşım biraz da şudur: hem Batı taklitçisisiniz hem de Batı'yı tanımıyor, onların en iyilerini değil en pespayelerini taklit ediyorsunuz. Bir başka yerde de ilgilendiği Batılı isimleri şöyle sıralar: "Asıl salim bir ruh ve bünyenin fezadaki hakikat arayıcılığına griftar Goethe, Rimbaud ve Tolstoy gibi devre devre bunalım yaşayanlar bence daha alâka çekici. Hepsinin başında, nihayet bir erginliğe kavuşmuş olsa da fikir buhranından geldiği ve madde ötesi tasayı daima muhafaza ettiği belli Sokrates... Az kaldı unutuyordum: Paskal." (Bâbıâli, s. 209). Sait Faik'i eleştirirken "onda Maupassant, Oscar Wilde ayarından bir hikâye binası ve ona göre bir tahlil ve terkip örgüsü yoktur" diyecektir. (Bâbıâli, s. 240).

Sezai Karakoç tüm kitaplarında Batı medeniyetine karşı Doğu medeniyetini savunur. Ancak Edebiyat Yazıları I, Edebiyat Yazıları II ve Edebiyat Yazıları III'te, oldukça nitelikli bir Batı edebiyatı okuması yapar. Neredeyse okumadığı Batılı yazar yok gibidir. Tek cümleyle Batı edebiyatını yorumlar, derinlikli fikirler üretir. Onun çevirdiği iki kitap olan Batı Şiirlerinden ve İslam'ın Şiir Anıtlarından kitapları bile olaya nasıl baktığını ortaya koyar. Batı Şiirlerinden kitabının girişinde, "İnsanlığa yaraşır, insanlığı yücelten, ya da insan yüceliğini hedef alan ve insanlığın yücelişine karşılık düşen bir edebiyatın boy vermesi için, gücümüz yettiğince, düşünce ve önerilerimizin, soru ve çözümlerimizin, çözümleme ve bireşimlerimizin yanı sıra, bu oluşumun büsbütün soyutta ve askıda kalmaması ve konkre, tarihi bir platforma oturması için Batı'dan, kendi uygarlığımız ve öbür uygarlıklardan örnekler vermeye uzanma ihtiyacını duyuyoruz." denildikten sonra kitap şöyle takdim edilir: "İnsanlık Uygarlığının Batı yakasından da bir demet gül düşüyor balkonumuzdan içeri." Daha sonra İslam'ın Şiir Anıtlarından kitabından da söz ederek: "Gaye bir koku ulaştırmaktı bu iki şiirden, bu iki dünya şiirinden." der. Dolayısıyla Batı edebiyatının okunmasını, bilinmesini gerekli görür. Kitapta, Gerard de Nerval, Charles Baudelaire, Arthur Rimbaud, Paul Valéry, Paul Claudel, Guillaume Apollinaire, Max Jakop, Saint-John Perse, Jacques Prevert, Guillevic, Paul Gilson, Salvatore Quesimodo'dan Sezai Karakoç'un çevirdiği şiirler yer alır. Çağdaş Batı Düşüncesinden kitabında ise Alain'den, Claude Mauriac'den, Paul Claudel'den, Andre Malraux'dan, Tennessee Williams'dan, Eugene İonesco'dan Sezai Karakoç'un çevirileri yer alır.

Edebiyat Yazıları I, Edebiyat Yazıları II, Edebiyat Yazıları III'te Sezai Karakoç'un sadece Doğu'yu değil, Batı'yı da çok iyi okuduğunu, yorumladığını görürüz: "Ben oyumu ilhama veriyorum. Valéry'nin ilk mısra Tanrı vergisi, sonrası çalışma demesi bir bakıma aynı kapıya çıkar. 'Her şeyden önce müzik' derken Verlaine ve Mallarme de bir sezgi haline işaret ediyor olsa gerektir." "Dante, Miracı yazmak istedi. Faust'un konusu, efsaneler arkasına rastlasa da, gerçekte Tanrı, hakikat ve ebedîliktir. Dostoyevski, ömrü boyunca, Tanrı'yı bulmayı amaçlayan bir yazma ihtirasını taşıdı. Karamazoflar, Ecinniler o romanı arayıştır." (Edebiyat Yazıları I, s. 22). "Gide, ne kadar olumsuzlaştırırsa olumsuzlaştırsın, isterse kavga etsin, işi hep inançladır. Ama asla yenilgisini kabul etmez. Bir Mauriac'ın baştan kabulüne, bir Oscar Wilde'ın sonraki teslimiyetine (De Profundis) erişmez bir türlü. Camus, Beckett, tanrısız metafizikçilerdir. Maeterlinck ise, tanrısız mistik. Sartre, yolunu, absürd kesmeseydi, ne olacaktı. Valéry ve Giraudoux gibi. Rilke, yarı yarıya antikite, yarı yarıya bugün ve yarındır. Kafka'nın dönüp durduğu labirentleri karanlık bir metafizik noktadır. Tolstoy, Tanrı'yı halkta aradı. Halkı Tanrı'da arasaydı daha iyi olurdu belki. Claudel, alnına Hristiyan aşısı vurulmuş bir fizikötesi arayıcısı idi. Rimbaud'un sarhoş gemisi, denizin sonsuz çalkantılarında kaybolmasa doğru o 'ülke'ye gidecektir. Eliot'un çorak ülkesinin zıddı olan ülkeye. Bu son zamanlarda camiyi dilinden düşürmemesinden ve son sözünün kelimesi kelimesine 'Allah kerim!' oluşundan belli değil mi?" (Edebiyat Yazıları I, s. 24). "Her çağ başlangıçta kendine özgü insanı ortaya koymadan yalnız aşkla yetinmiştir şiir. Batıda, yeni çağın şiirinde Lamartine, bu ödevle güçlüdür. Hugo bu eğilimi, artırır, yayar ama yüzeyde. Baudelaire derinleştirir. Rimbaud, çağa, insana başkaldıran kişilerle şiirinin çatısını kurar. Apollinaire, Max Jacop, Eluard, Aragon, azar azar, şiirin gerisine, çağdan anladıkları, insanı koydu. Claudel, kilisenin acısından, inanç ve acıma, iyilik ışığında yürüyen insana vardı." (Edebiyat Yazıları I, s. 69). "Dostoyevski'nin ilkel şemalar halinde insani olguların gerisinde duran şaşırtıcı ruh halleri, Rimbaud'taki fantezi, isyan ve gizli alay, Sartre'deki bunalım, Eliot'daki ağırbaşlılılık, sessizlik..." (Edebiyat Yazıları I, s. 73). Kapalı şiiri Doğu ve Batılı yazarları birlikte anar: "Paund'la Dante, Hâfızla Şeyh Galib'de aynı kapalılıktan izler vardır." (Edebiyat Yazıları I, s. 76). "Çağı kuranlardan Claudel, Eliot kötümser değillerdir. Çözümü genel olarak dinde buldular. Albenese'in dediği gibi, günümüz sanatı promete çağını yaşıyor. Sanatçılar yalnız iyimser değil, iyicidirler. Yalnız iyi olmaya çalışmakla yetinmiyor, iyilik için de savaşıyorlar. Ne Sartre'in 'sıkıntısı' ne Camus'un 'absürd'ü buna engel. Bunlar, iyiliğin güç elde edilir olduğunu belirtti. Yoksa ekzistansiyalizmin iyimser olduğunu Sartre söylüyor. Camus de gözleri yaşlı bir kötümser olmadığını, hatta bazı şen bir kötümser olduğunu söylüyor." (Edebiyat Yazıları I, s. 89) Edebiyat Yazıları II'deki "Kasaba Edebiyatı" başlıklı yazısında ise şu yorumu yapar: "Fransa'da ve Amerika'da yazarların çoğu taşra yazarıdır. Paris anlatılırken de, çok kez, Paris'in kasaba profili alınır. Bir Mauriac, bir Gide, bir Romain, bir Roland, bir Montherland, bir Wilder, bir Giona, bir Caldwel, bir Faulkner, bir Saroyan, hatta Hemingway, her biri aynı 'kasabayı' kendi benliği açısından canlandırmaya bakmışlar." Sezai Karakoç'un Edebiyat Yazılar II'deki en ilginç yazısı "Üç Çağdaş Varoluşçu- Sartre, Camus, Malraux"dur: "Sartre ve Camus, bu iki düşünce ve sanat adamı, bu iki arkadaş, bu iki dost ve nihayet bu iki ayrılan adam. İkisi de felsefeci, ikisi de gazeteci, ikisi de edebiyatçı, ikisi de 'mukavemetçi', ikisi de baştan bağımsız düşünüşlü." (s. 97). Edebiyat Yazıları III'te ise Louis Gıllet'ten Dante üzerine yaptığı bir çeviriye ve Arthur Rimbaud üzerine bir yazıya yer verir.

Nuri Pakdil, eserlerinde ülkede yabancılaşmanın kaynağı hatta kendisi olarak gördüğü Batı ve Batılılaşma ile derin bir hesaplaşma içerisine girer. Özellikle Doğu ile Batı'nın eşyaya, insana bakışta, kavrayışta farklılıklarını öne çıkararak, Batılılaşma ile yabancılaşma arasında bir paralellik olduğunu temellendirir. Bu karşı koyuşunu Batılı yazarlardan deliller getirerek ispatlar. Batının sanat/edebiyat ve düşün dünyasını yakından izlemesi ve bu dünyaya kolay nüfuz etmesi düşüncelerini ve karşı koyuşunu inanılır kılar. Ionesco, Camus, Sartre, Exupéry Batı'yı eleştirmede değerlendirdiği belli başlı yazarlardır. Ayrıca yaptığı Batı yolculuğundaki gözlem ve tanıklıkları Doğulu ve Batılı toplumlar arasındaki farklılıkları yerinde görmesini sağlamıştır.

Nuri Pakdil'in yayın yönetmenliğini yaptığı Edebiyat dergisi tam bir yeryüzü dergisidir. Daha 1973'lerde, ufku geniş bir edebiyat anlayışını yansıtır. Ülke insanın daha tanımadığı ve şimdilerde herkesin tanıdığı pek çok yazarı Pakdil çevirileriyle okurlarına tanıtmıştır. O dönemde metinler, söyleşiler, çevirdiği yazarlardan bazıları şunlardır: James Joyce, Gabriel Garcia Marquez, Samuel Becket, Jorge Louis Borges, Gabriel Okara, Jean Pierre Mercier, Arnold Toynbe, Jorge Amedo, Micheal Anang... Bu çevirileri bizzat kendisi yapmıştır. Ayrıca Anna Grigoriyevna Dostoyevski/Günlük, Eugene Ionesco/ Günlük'ten, Jacques Prevert/Harikalar Tablosu, Jacques Prevert/Ay Operası, Eugene Guillevic/Kasırganın Çatırtıları çeviri kitapları bulunan Nuri Pakdil, Batı'ya şiddetle karşı çıkmasına, yerli düşünceyi savunmasına karşın Batı edebiyatını, sanatını da yakından izleyen bir yazardır.

Çevirisini yaptığı Anna Grigoriyevna Dostoyevski'nin Günlük'lerinin girişinde şöyle der: "Anna Grigoriyevna Dostoyevski'nin, Cenevre'deki yaşamlarının anlatıldığı, ilginç bir kitap yayınlandı. Dostoyevskilerin Cenevre'de geçen günlerinin bir bölümünü görebiliyoruz, gözlemleyebiliyoruz bu kitapta. Henry Troyat da, 'Dostoyevski' adlı kitabında, oldukça ayrıntılı biçimde değinmişti Dostoyevski'nin Cenevre'deki günlerine. Okuyacağınız bu günlüğü, andığım bu kitaptan Türkçeleştirdim. Nuri Pakdil."

Nuri Pakdil'in Dostoyevski için söyledikleri dikkate değerdir. Biat II'de şöyle der: "Kaç kez okudunuz Dostoyevski'yi? Orta bir dünya vatandaşı olabilmek için iki kez, orta bir yazar olabilmek için de beş kez okumalısınız Dostoyevski'yi."

Rasim Özdenören, Batı edebiyatını çok yakından izleyen yazarlardan biridir. Dostoyevski, John Dos Passos, William Faulkner, Virginia Woolf, Jean-Paul Sarte, Albert Camus, Franz Kafka, Marguerite Duras, Rasim Özdenören'in en beğendiği yazarlardır ve bu yazarlara sıklıkla atıfta bulunur, sanat, edebiyat, hayat hakkındaki görüşlerini tartışır.

Rasim Özdenören beğendiği yazarları şöyle sıralar:" Ben Dostoyevski'yi de, Faulkner'ı da çok severim. Ve onlardan etkilendiğimi de açık gönüllülükle, rahatlıkla söyleyebilirim. Etkilenmek nasıl bir şey, onu bilmek lazım. Ben hayattan da etkileniyorum. Benim hikâyelerimin her birinin hayatta aşağı yukarı bir karşılığı vardır. Bu anlamda ben hayattan da etkileniyorum. Dostoyevski'den de etkilendim, fakat bu etki Dostoyevski'yi, Faulkner'ı taklit etme biçiminde tecelli etmiyor. Elbette burada taklit sözkonusu değil. Ben onların etkisinden kalkarak kendi dünyamı kuruyorum. Onlar gibi yazmaya özenmedim. Ama onlar benim ufkumda daima bir ön noktada bulunmuştur. Faulkner'a bayılıyorum. Faulkner'ı hiçbir Amerikalı benim kadar sevemez. Veya adını az almış olmakla beraber benim bir başka yazarım daha var: John Dos Passos. O adamı yer yer Faulkner'dan dan daha çok seviyorum. Ondan da etkilendim. Fakat bu etkilenme onları taklit manasında değil. Ben anamdan babamdan da etkilenmişim, çevremden etkilenmişim. Bu anlamda etkilendiğim yazarlar, benim kendime mahsus dünyamı kurmam da yardımcı oluyor."

Rasim Özdenören'in belki de en çok sevdiği yazarların başında Dostoyevski gelir. Tüm konuşmalarında Dostoyevski'yi anması boşuna değildir. Rasim Özdenören kendisine yöneltilen "Niçin Dostoyevski? Niçin Faulkner? Niçin Dos Passos?" sorusunu şöyle cevaplar: "Bu son üç yazar da, ne kahramanlarını ne de çevreyi yargılarlar. Kahramanları her nasılsa öyle anlatmaya çalışırlar. Beni de bu yazarlara yakın kılan, kahramanları ve çevreleri konusundaki bu tutumları. Dostoyevski'nin kahramanları tam bir diyalektik ilişki içindedir. Gerek karakter gerek düşünsel yapı itibariyle. Onlar tez ve antitez arasında gidip gelirler. Cömertlikle nekeslik arasında gidip gelirler. Kahramanlıkla korkaklık arasında gidip gelirler. Bir kahraman o anda aktüel konuşması içinde çok cesur görünürken, içinden korkular yaşar. Veya tersi... Dışarıya karşı çok korkak görünmesine rağmen içinde çok cesurdur."

Cahit Zarifoğlu edebiyattaki Batı öykünmeciliğine karşıdır. Batının emperyalist yanını vurgularken de Batı edebiyatının, Batı tarihinden soyutlanamayacağını belirtir. Alman Filolojisi eğitimi almış olan Cahit Zarifoğlu'nun tezi Rilke üzerinedir. Bitirme tezinde yaşadığı bir sıkıntıyı şöyle anlatır: "Bitirme tezim Rilke hakkındaydı. Onda metafizik vehmetmiştim. Ondaki motifler; korku, ölüm, büyük şehir, sıkıntı falan derken ver elini 'öte' imajı. 'Yoo' dedi Prof. Safinaz Duruman. 'Nerden çıkardın bunları.' Hocam kem küm. 'Yo' dedi 'yoo!'. Hocam aman. 'Yoo, yok onda öte möte.' Böylece Rilke de büzüşüp kaldı bir köşede."

Cahit Zarifoğlu bir genç öykücüye yazdığı mektupta şöyle der: "Bu hikâyelerin gerek dilindeki gerekse genelindeki ihtiyarlığı aşabileceğini sanıyorum. Bunun biricik yolu bir 'sil baştan' duygusu ile klasik Batı romanlarını değil, hayır, modern Batı romanlarını okumak olabilir. 1940'ların duyarlığı ile de olsa klasik bir basma yeri, ayak yeri sahibisin. Birkaç eser Faulkner okumak, sonra Patrik Wite'den başta Vos, bir iki eser okumak, sonra da 20-30 tane modern Amerikan İngiliz veya Fransız romanı okumak, bunlardan taptaze olan birini, hiç olmazsa 100-150 sayfasını bir deftere olduğu gibi kopya etmek, senin sanatını gençleştirme operasyonunun tümü olabilir." Bir başka mektupta yine Faulkner önerir: "Kesinlikle kendisini yenileyip aşmalı. Sanıyorum ona en iyi gelecek yazar Faulkner'dır. Tuhaf ama öyle. Bilinç akımının karışıklığını önermek tenakuz gibi. Ama dikkat edilecek, dikkat ettiğim bir şey var. Bilinç akımında gözün gördüğünü anlatmak var. İç anlatılmıyor ama biz onu takip ediyor ve anlıyoruz." (Mektuplar, A.g.e., s. 71).

Ebubekir Eroğlu Günlükler'inde onun Ses ve Öfke okuduğuna tanıklık eder. Cahit Zarifoğlu Faulkner'ın anlatış biçimi ile kendi şiiri arasında yakınlık kurar: "Faulkner'ın masada duran Ses ve Öfke'sini gösteriyor. Sanıyorum ki benim anlayışım ve şiiri kuruşum buna yakın. Olayları anlatırken belli bir yerde başka bir şey anlatmaya geçiyor, artık eski anlattıklarını unutur gibi oluyorsunuz. İleride birden bağlantı kurup eski anlattığına dönüyor. Ayrı bir kuruluşu var eserin." Cahit Zarifoğlu Rilke'yi has bir sanatkâr olarak görür: "Rilke daima ilhamla yazmış. İlham esere bir aracı olarak gelir. Yazarın gözü eserdedir. Rilke, Malte için altı yıl çalışır. 'Eligie'leri yazmak için on bir yıl şiir yazmadan bekler. Bu uzun bekleyiş içinde onun, şiirin kaynağından nasiplenerek kesintisiz arayışı vardır. Onda sanatın dışına taşan bir ideale rastlanmaz. Ordan geriye gidişi, huzursuzluğu, bulduklarıyla yetinmeyişi sadece sanat eserine o an için uzaklığından ileri gelir. Sanırım Rilke ilhamı hiç ihmal etmemiş, israf etmemiştir. Onda, geçen bir yazımda söz ettiğim temel eksiklik hariç, has bir sanatkâr ortaya çıkar."

Cahit Zarifoğlu'nun, Rilke'nin şiirleri değil romancılığı üzerine bir tez hazırlaması ilginçtir. Malte Laudris Brigge'nin Notları üzerinde derinlikli düşünceler, gözlemler, teorik yaklaşımlar sergiler: "Materyalist değildir. Onun sadece bu dünya çizgileri içinde algıladığı hayat, bize onun bakışındaki orijinallik ve arayışındaki acılar yüzünden, üçüncü boyutunu da kazanarak gelir. Bu, hayatın metafizik boyutudur. Malte (Rilke) hayata somut araçlarla baktıkça, onun soyutunu ele verir." (Zengin Hayaller Peşinde, s. 36). Zarifoğlu Wagner'i hep övgüyle anar: "Necip Fazıl Batılılardan Wagner'e benziyor. O da çelik gibi sinirleri olan bir hoş dehadır." (Zengin Hayaller Peşinde, s. 43) Goethe de beğendiği bir yazardır: "Ve Goethe gençlik yıllarında arkadaşının karısına âşık olur. İşte bu noktada imdadına 'sanat eseri' yetişir. Oturur sevgilisi Şarlot'un karşısına, tıpkı kendi hayatında olduğu gibi, kendini temsilen Verter'i koyar ve Genç Verter'in Istırapları isimli eserini yazar. Ortaya peş peşe koyduğu iri eserlerle Alman edebiyatının en gövdeli adamı olur." (Zengin Hayaller Peşinde, s. 73).

İslamcı yazarların özellikle Rus romanını Alman-İngiliz-Fransız gibi diğer Avrupa romanlarından daha çok beğendiklerini görürüz. Cahit Zarifoğlu da benzer düşünceler içerisindedir. "Rus romanında anlatılan hayat o kadar saydamdır ki, arkasındaki metafizik âlem, yazarın amaçlamadığı halde derinlemesine görülebilmektedir. Ve bu bol metafizik karıştırılmış, sair romanlardaki suni metafizik değildir. Hayatın kendi tabii yapısı altındaki metafiziktir. Bu bakımdan ayrı bir kültürde olmak, düşünceleri bulunmak hayatın özüne has ihtiyaç beraberliğini dağıtmıyor. (...) Hayatın bu satıh anlatılışı materyalist Rus romanında başarı ile verilir." (Zengin Hayaller Peşinde, s. 166).

Yazdığı bir mektupta şöyle diyecektir: "Edebiyat ve düşünce dünyamıza dar bir açıdan bakıyorsun. Baktığınız yerlerde, eleştirmenlerin baktıkları yerde sadece bizler olmayalım. Açıyı açalım solcusu ile sağcısı ile yabancısı ve yerlisi ile bütün bir dünyayı birden görmeye bakalım. Aksi halde etrafımızda döner durur ve kendimiz de okuyucumuz da yozlaşır. Kitaplık çalışmayı ben eleştirmen olsam Zarifoğlu için değil belki K. Tahir için yaparım hatta A. İlhan için ne bileyim ben Tolstoy için." (Mektuplar, s: 42) Yine mektubunun birinde genç bir yazara şöyle der: "Aydınlık hikâyeler oku bugünlerde. Sait Faik olabilir, Çehov olabilir." (Mektuplar, s: 49).

İsmet Özel sosyalist dünya görüşünden sonra Müslümanlığa evrildiği için onun Batı edebiyatını çok iyi bilmesini ve okumasını yadırgamamak gerekir. Daha sonra pek çok yazısında da Batı edebiyatını hâlâ çok yakından izlediğini görürüz. Özel 1985'te kendisiyle yapılan bir söyleşide sevdiği şairleri şöyle sıralar: "Gençliğimin şairleri arasında Dylan Thomas, T.S. Eliot, Ezra Pound, Wallece Stevens, Hart Crane yer alıyordu. Beat Gneerations şairlerini de sevdim: Ginsberg, Ferlingetti, Corso... Sevdiğim şairlerin kesiştiği bir ortak yön vardı, o da imge yoğunluğuydu. Hiçbirinde anlatımcı bir hava yoktur. Her dönemde sıkıştırılmış, yoğunlaştırılmış bir şiire eğilim duydum."

En önemli kitaplarından biri olan Şiir Okuma Kılavuzu'na önce A. Puşkin, arkasından da W. B. Yeats ile giren İsmet Özel, içeride de Cesar Vallejo'dan, sonlarda da K. Kavafis'ten bir şiir alır. Rimbaud, Varlaine, Dylan Thomas andığı diğer şairler olur... Şiirlerinde ise Valéry, Max Stirner, Rimbaud, Marquis de Sade'yi anar.

Bakanlar ve Görenler'de, Bertolt Brecht'in bir oyunundan, Malraux'un İnsanlık Durumu romanından, Charles Cros'un şiirlerinden söz eder. Faydasız Yazılar'da Arthur Rimbaud'tan dizeler, T.S. Eliot'tan tam sayfa şiir yer alırken, Bernard Shaw'ın Aziz Jan Dark oyunundan, Maurice Maeterlinck'ten, Baudelaire'den bahseder. Surat Asmak Hakkımız'da Günter Gras'ın uzun bir şiirinden, Jules Romains'in nouvellasından, Hans Magnus Enzensberger'in uzun bir şiirinden yola çıkarak yazısını oluşturur.

Çenebazlık kitabına Charles Baudelaire'den bir alıntı ile girer. Sonra Stephane Mallerme'yi anar: "İstedim ki çenebazlık sözü bir özür beyanına vesile olsun. Böylelikle Stephane Mallerme'nin bir kitabına Divagations deyişine özenişim açığa çıksın. Neden elin gâvuruna özenirsin diye soracak olanlara ufunetin çağdaşlık ufuneti olduğunu hatırlatmak görevimdir." Devam eder: "Çenebazlığımdan şiddetli derecede rahatsızım. Bu kabil sebeplerden doğan herhangi bir rahatsızlık, öyle tahmin ediyorum ki Stephane Mallerme'nin şakirdi Paul Valéry'ye musallat olamazdı." Arkasından da J.P. Sartre'ın bir sözünü anar: "Komünistler devrimden korkuyor!" T.S. Eliot, Dante, Shakespeare, Villion, Lorca, Rilke, Paund, Claudel, Brecht, Poe, Paund, Whitman, Luis Aragon, Antonine Artaud, Andre Breton, Max Ernst, Paul Eluard andığı diğer isimler olur.

Desem Öldürürler, Demesem Öldüm'de Arthur Rimbaud alıntısından sonra hayatta duruşunu çizer: "Ben bugünlere kadar altmış yedi yıl boyunca yükünü çektiğim ömrümü aylak bir zarafet içinde yaşadım. Hep aylaktım. Şimdiye kadar 'toplumsal kurum' dedikleri ve bu ülkede yaşayan herkesin asıl şeklinden mahrum bırakan şeylerin hiçbirine sadakat göstermedim. Hep zariftim. Zarafetim gereği elimi asalet unvanımın beni dokunmaya icbar ettiği şeyden bir başkasına hiç değirmedim. Çarşıya pazara çıkmam, dostlar alış verişte görsün tedbirine hiç uymaz. Belki dost kazanamayışım böyle sonuçlandı." Ve arkasından ekler: "Aylak zarafet, benim Rimbaud'tan kapabildiğim şey." Sonra Baudelaire'in sosyalistliğinden, Andre Breton'un gerçeküstücülüğünden söz eder.

Waldo Sen Neden Burada Değilsin kitabında ise Antonio Machado, Jose Marti, Marcel Proust, Ralp Waldo Emerson, Fernando Pessoa, Emile Zola, Oscar Wilde'ı anar. Şairlerin şiirlerinden alıntılar yapar, Marcel Proust'tan uzun bir metni yorumlar. Wallace Stevens'ı öne çıkarır: "Şiir alanında katedeceğim mesafe sayesinde itaatsizliğimi sonuna kadar sürdürülebilir, asaletimin gereğini yerine getirebilirdim. Anladığım kadarıyla Wallace Stevens benzer bir konumdaydı. Onun şiirleri kadar hayatı da çekici görünürdü bana. Çünkü hayatı yoktu, şiiri vardı. Alelâde yaşamış, fevkalâde yazmıştı. Edebiyat çevrelerinin, aydınlara özgü hareketliliğin adamı değildi, ama çağımızın insanının algılar dünyasının, kavrayış âleminin çok önemli bölgelerini tarassut edebilmişti." Bir yer de şiirlerinin kökeni ve okumalarından söz eder: "Her türden kitaplar ilgimi çekiyordu. Maksim Gorki ve Mike Hammer yanyana. Evdeki reprodüksiyonlardan Renoir'in yaptıklarını değil de Valezguez'in yaptıklarına neden daha dikkatle baktığımı bir türlü izah edemem. Edilemezdi 'yoldan geçen tunç yüzlü askerler' diye I'Arlesienne söylemek, Figaro'nun Düğünü'nü 'artık hercailik etmeyeceksin / ne gece ne gündüz gezmeyeceksin / yosmalar bıktılar artık senden' haline getirmek. " (Waldo Sen Neden Burada Değilsin, s. 34). İsmet Özel bir örgüt toplantısına Suç ve Ceza'dan bir alıntıyla başlar: "Romantikler atlaya atlaya yürürler." (Waldo Sen Neden Burada Değilsin, s. 57). Şiir isimlerinin kaynaklarını açıklar: "Şairlerle savaşa giriyorum. Carl Sandburg, İsveç göçmeni Amerikalı "'The People, Yes' demiş, hayır öyle olmaz, 'Rebellion, Yes' demeli, 'Evet, İsyan.' Boris Pasternak, 'Kızkardeşim Hayat' demiş. Nasıl da soğuk, zihinsel, sexless. Doğrusu 'Sevgilim Hayat' olmalı." (Waldo Sen Neden Burada Değilsin, s. 58). Takip ettiği, özendiği, benimsediği yazarların, şairlerin özelliğini belirtir: "Yetişme çağlarımdan itibaren benim kendilerine özendiğim insanlar hangi çağda, hangi ülkede, hangi kültürü benimsemiş olurlarsa olsunlar umumî kabullerin sığ katmanlarını terk etmeyi bilen ve hayatlarındaki hususî derinleşmeyi başarabilen insanlardı." (Waldo Sen Neden Burada Değilsin, s. 114).

İsmet Özel her zaman Heidegger'e ayrı bir değer vermiştir: "İkinci Dünya Savaşı sırasında Heidegger diyelim ki Nasyonalist Sosyalist Parti'ye meyletmiş olması kendisi düşünce problemleri ile içli dışlı olan hiçbir Yahudi için olumsuz bir etki uyandırmamıştır. Heidegger'den büyük ölçüde istifade eden birçok Yahudi düşünür var. Yani düşüncenin kendi problemleri ister istemez akrabalıklarını devam ettirir." Kendi üzerindeki Heidegger etkisini ise şöyle izah eder; "Doğrusu Heidegger okumalarım beni birçok ayet-i kerimeyi, birçok hadis-i şerifi daha derinden kavrar duruma sokmuştur." (Sorulunca Söylenen, s. 269). İsmet Özel hangi şairleri seversiniz sorusuna yerli şairleri saydıktan sonra "Ezra Paund, Eliot gibi isimleri sayabilirim. Fakat Waldo'da belirttiğim Emerson'ın şiiri anlama sürecinde özel bir yeri var." der. (Sorulunca Söylenen, s. 277).

İsmet Özel'e kimi yazarlar 'Müslüman ama Batı kaynaklı göndermelerle Müslümanlığı savunduğu' eleştirisinde bulunurlar. O da bu konuda şunları söyler: "Bizim derdimiz Batılılaşmamız değil. Yeterince Batılılaşamamamız. Müslüman olarak Batı'yı oluşturan temeller hakkında -çok önemli bir nokta- Batı'da olup bitenler hakkındaki bilincimiz noksan olduğu için büyük çoğunlukla okumuşlar arasındaki uçurumu gideremiyoruz. Bu konuda biraz derinleşmiş olsaydık, Müslüman ve okumuş gençler Türkiye'de genel olarak okumuşların bir subdivision'ı olmaktan çıkıp büyük Müslüman çoğunluğun öncüleri durumuna geçebilirlerdi." (Sorulunca Söylenen, s. 238).

Mehmet Âkif Ersoy, Necip Fazıl Kısakürek, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil, Rasim Özdenören, Cahit Zarifoğlu, İsmet Özel'in Batılı yazar kitaplığına bakarken kimi ortaklıklar bulmak mümkündür. Öncelikle metafizik konuları işleyen yazarlara daha çok eğilim gösterildiği görülmektedir. Diğer yandan çağdaş yaşam, modernizm ve Batı'ya ilişkin eleştirel düşünceleri olan yazarlar beğenilmiş. Rus yazarlarına ilişkin genel bir beğeni var ve onlar Batılı yazarlardan ayrı bir yere konuyor. Başkaldırı ve çürümüşlük düşüncesindeki Batılı yazarlar İslamcı yazarların ilgisini çekmiş. Ancak hepsinin ortak noktası edebiyatın her ülkenin kendi şartlar içinde doğduğu ve taklit edilmemesi gerektiği vurgusu. Diğer yandan yaygın olarak Batılı yazarlar çevrilirken taraflı davranıldığı, eksik çevrildiği, hatta karartma ve gölgeleme uygulandığı düşüncesi hâkim.

(Necip Tosun, Edebiyat Atlası, Dedalus Yayınları, 1. Baskı 2018, s.250)

Mithat Cemal, Mehmet Akif, İş Bankası Yayınları, 2. Baskı 1990. s. 46.

Mehmet Âkif Ersoy'un Makaleleri, Yrd. Doç. Dr. Abdulkerim Abdulkadiroğlu- Nuran Abdulkadiroğlu, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1. Baskı 1987, s. 21.

Mehmed Âkif Ersoy, Kaâid-i Edebiye, Büyüyenay Yayınları, 1. Baskı 2016, s.105.

Nurettin Topçu, Mehmet Âkif , Dergâh Yayınları, 2. Baskı 1998, s. 60.

Necip Fazıl, Konuşmalar, Büyük Doğu Yayınları, 1. Baskı 1990, s. 97.

Necip Fazıl Kısakürek, Bâbıâli, Büyük Doğu Yayınları, 4. Baskı 1990, s. 147.

Sezai Karakoç, Edebiyat Yazıları I, Diriliş Yayınları, 2. Baskı 1988, s. 12.

Sezai Karakoç, Edebiyat Yazıları II, 1. Baskı 1986, s. 48.

Nuri Pakdil, Biat II, Edebiyat Dergisi Yayınları, 1. Basım 1977, s. 156.

Şaban Sağlık, Rasim Özdenören'le yapılan röpor¬taj, yayınlanmadı.

Hatice Bildirici- Handan Acar Yıldız, "Rasim Özdenören ile Uyumsuzlar Üzerine Söyleşi", Hece Öykü, Şubat-Mart 2016, Sayı: 73.

Cahit Zarifoğlu, Konuşmalar, Beyan Yayınları, 1. Baskı, s. 65.

Cahit Zarifoğlu, Mektuplar, Beyan Yayınları, 1. Baskı 2009, s. 64.

Ebubekir Eroğlu, "Günlük"ten, Hece dergisi, Cahit Zarifoğlu Özel Sayısı, Sayı: 126, Haziran-Temmuz-Ağustos 2007.

Cahit Zarifoğlu, Zengin Hayaller Peşinde, Beyan Yayınları, 4. Baskı 2014, s. 29.

İsmet Özel, Sorulunca Söylenen, Çıdam Yayınları, 1. Baskı 1989, s. 69.

İsmet Özel, Çenebazlık, Şule Yayınları, 1. Baskı 2006, s. 12.

İsmet Özel, Desem Öldürürler, Demesem Öldüm, Tiyo Yayınları, 1. Baskı 2002, s.12.

İsmet Özel, Waldo Sen Neden Burada Değilsin, Tiyo Yayınları, 6. Baskı 2017, s. 29.

İsmet Özel, Sorulunca Söylenen, Tiyo Yayınları, 2. Baskı 2016, s. 405.





Yayın Tarihi : 19.03.2021

 
         
Yorum yazmak isterseniz...
İsim
@-posta Adresiniz
@-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.
Yorumunuz
Güvenlik kodu
 
  Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır
 
Okunma Sayısı: 3576