Necip Tosun ::: FERİT EDGÜ: DÜŞSEL ÖYKÜLER         
Necip Tosun
İnceleme/Eleştiri 
 
 FERİT EDGÜ: DÜŞSEL ÖYKÜLER


1950 kuşağının öne çıkan yazarlarından Ferit Edgü (1936-2024), dil arayışları ve varoluşsal sorunlar etrafında gelişen simgesel, düşsel bir öykü evreni yarattı. Öykü serüveni boyunca "nasıl yazmak" sorusunun peşinde, hep yeniyi aradı, kişisel bir üslup yaratmaya çalıştı. Edebiyatı bir dil olayı olarak gören Edgü, her şeyin dil içinde, anlatılmak istenen olayların, yaratılan kişilerin bu dil yapısı içinde var olduğunu düşünerek, dilsel arayışlara girdi. Yazılarında, öykülerinde dil en öncelikli meselesi oldu. Öykülerinde, betimlemeler ve ruh çözümlemelerinden ziyade, simgesel, imgesel, rafine bir dil kullandı. Yalınlığa, daha çok yalınlığa, artık hiçbir fazlalığın bulunmadığı bir yapıya ulaşmayı hedefledi. Bu arayış da onu "minimal öykü" durağına getirdi. Son öykülerini, tümüyle bu anlayışla oluşturdu.

Onun öykülerinin diğer bir ayırt edici özelliği de varoluş sorunlarıyla hesaplaşma, yüzleşmedir. Edgü, yaygın deyişle, yalnız, bunalımlı kişilerin, mevcut düzenin baskıcı, otoriter, saçma ortamındaki kıstırılmış hâllerini öyküleştirdi. Toplumdan, kurallardan bağımsız, kendini gerçekleştirmeyi seçen özgür bireyi yüceltti. Öykülerinde, verili hayatın saçmalığı ve anlamsızlığı, yanlış algılar, gerçek diye bilinen şeylerin tartışmalı olduğu, insani olanın toplumdan çekilmişliği, çürümüşlük, hayatın geçiciliği, ölüm karşısında insanın çaresizliği temalarını ağırlıklı olarak işledi. Sürekli hayatın anlamsızlığını, boşluğunu, saçmalığını vurguladı. Toplumu, düzeni, baskıları, adaletsizlikleri ağır bir şekilde eleştirdi.

Kuşağının diğer yazarları gibi varoluşçu felsefe ve edebiyattan etkilendi. Kafka, Beckett, Borges, Sartre, Camus, Bataille gibi yazarların hem tematik anlamda hem de biçimsel anlamda izlerini süren Ferit Edgü'nün öykülerindeki fantastik öğeler, bireyci tutum, düşsel/cinsellik yaklaşımları bu yazarlarla bir örtüşmüşlüğü yansıttı. Varoluşçuluktaki bireysel tutumlar, Kafka'daki bunalım ve düşsel yaklaşımlar tüm kuşağı gibi Edgü'yü de etkiledi. Kafka'nın yapıtlarında çizdiği saçma, bunaltı ve baskıcı otoriteyle içinde yaşadığı zaman dilimi arasında bir paralellik gören Edgü, daha çok kendisini, kişiliğini arayan, kendini, toplumu sorgulayan metinler kaleme aldı.

Ferit Edgü, tüm öykü serüveni boyunca, gerçek-düş, başkaldırı-uyum, av-avcı, cellat-maktul, yazar-yazı, iktidar-birey, baskı-özgürlük, ölüm-dirim, intihar-devam, cinsellik-ikiyüzlülük, yalnızlık-mutluluk kavramlarının edebî/felsefi karşılıklarını tartıştı. Özellikle düş ve gerçek ilişkisi öykücülüğünün temel çizgilerinden biri oldu. Edgü'ye göre düş yoksa yazınsal yaratıcılık da yoktur. Gerçeklerden yola çıkarak düşleriz. Ama düşlerden yola çıkarak da düşleyebiliriz. Kim bilir, belki böylece gerçekliğe daha derinden varabiliriz. Gerçeği en iyi yansıtan, sanatçının düşsel ürünleridir. Sanatçının amacı, algıladığı dış dünyayı vermek de olsa düşselin alanına sığınmak zorundadır. Çünkü sanat, onun yaşadığı ortamda sığınabileceği özel bir yurttur. Bu ise bir edimsizlik, kaçış değildir. Tam tersine dünyaya ve insanlara buradan açılınır. Bu nedenle de düşselin alanına sığınmak zorundadır. Ama burada söz konusu olan hayaller dünyası değil, insanlardan, dış dünyadan yola çıkıp yepyeni bir dünya yaratmaktır.

Ona göre düşler, kimi gerçeklere ulaşmada ve kimi temel sorunları çözmede, aşmada önemli bir araçtır. Kısaca hayal ederek hakikate ulaşmak mümkündür. Bu, mevcut dünyayı kabullenerek değil, reddederek bir başka düzlemde yeniden kurma girişimidir. Bir anlamda düş, insanlara bilinçaltı verimliliğini hatırlatır. Böylece hayal gücünü serbest bırakarak insanın yaratıcı yanı ortaya çıkacaktır.

Onun öykülerinde düş, genelde, reel hayatla gerçekleşmesi imkânsız arzuların zihinde realize edilmesidir. Kişi, gerçekleşmesini istediği olayların imkânsızlığını görünce düşlere sığınır. Babayla, toplumla, düzenle burada hesaplaşır. Bu yüzden onun öyküleri bir anlamda psikolojik rehabilitedir. Düş ağırlıklı bir edebiyat anlayışı kuşkusuz ilk önce akla gerçeküstücüleri getirir. Ancak, Edgü'nün yaptıkları saf bir gerçeküstü edebiyat değildir. Ne var ki gerçeküstücülerin imgelem ve düş yaklaşımları, özellikle düş yoluyla mutlak gerçekliğe ulaşılabileceği inancıyla Edgü'nün düş yaklaşımı arasında tam bir koşutluk vardır.

Uzun bir zamana yayılan Ferit Edgü'nün öykü serüvenini iki döneme ayırabiliriz. Birinci dönem, Kaçkınlar (1959), Bozgun (1961), Av (1967), Bir Gemide (1978), Çığlık (1982), Devam (2001); ikinci dönem ise minimal anlayışla yazdığı Binbir Hece (1991), Doğu Öyküleri (1995), İşte Deniz, Maria (1999), Do Sesi (2002), Nijinski Öyküleri (2007) kitaplarıdır. Bu ayrımın çıkış noktası, tematik değil biçimsel yaklaşımı içerir. Çünkü onun öykü serüveninde biçimsel anlamda pek çok değişiklik olsa da tematik anlamda temel bir farklılık görülmez. Bulantı, hiçlik, yalnızlık, tiksinti, çaresizlik, ihanet, intihar, boşluk, çürümüşlük, karanlık, bağsız, düş, işkence, tedirginlik, sıkıntı, karamsarlık, umutsuzluk, karabasan onun öykülerinin anahtar kelime ve kavramlarıdır. Edgü, bu kelime ve kavramlar etrafında bir öykü dünyası yaratmıştır. Kuşkusuz bu kavramlar ve açılımları da neredeyse varoluşçulukla özdeşleşmiştir.

Döneminin etkin edebî/felsefi akımı olan varoluşçuluk, özellikle ilk kitaplarda baskın bir anlayıştır. Bir gençlik kitabı olan Kaçkınlar, çevreyi, toplumu, düzeni sorgulayan arayış içerisindeki bireyi anlatır. Öykülerde hep aynı kahraman gündeme getirilir. Bu, kokuşmuşluğu fark etmiş, topluma başkaldıran yalnız, bunalımlı tiptir. Öyküler, başkaldırı, yalnızlık, bunalım, bireysel özgürlükler etrafında gelişir. Yalnız, bunalımlı delikanlı, mağazanın camını kırdığı için tutuklanır. Dışarı çıktığında ise sevinemez bile. Çünkü dünya bir cezaevidir. "Odada" öyküsünde, "yalnızım, hiç kimse değilim" diyen kahraman için "dünya bir cehennem"dir ve "her durumda, her anlamda yenilmiş"tir. Bu yalnızlık içerisinde bir insanı sevebilse her şey değişecektir. Ama ortalıkta sevilebilecek insan yoktur.

Ferit Edgü Bozgun'da, insanlardan uzak, yabanıl, yalnız kahramanı anlatmayı sürdürür. Her şeyini yitirmiş, bir boşluk içindeki kahraman için yaşamakla ölmek arasında bir fark kalmamıştır. Onun için hiçbir kurtuluş da gözükmemektedir. Etraftaki her şey çürümüş ve kokmaktadır. Sadece odası vardır, hayata buradan tutunmaktadır. Ama oraya da fareler saldırmaktadır. Her yer karanlıktır. Sokaklar, okullar, evler, her yer. Etrafta konuşabileceği hiç kimse yoktur. Uyandığında kendisini yapayalnız hisseden kahramanın önünde binlerce uçurum açılıp genişlemektedir. Hemen hemen her öyküde aynı cümle vardır: "Yalnızım. Biliyorum yalnızım, tek başına." Kendini öldürmeye gelen katiline direnmez bile: "Nasıl olsa ölecektim. Zaten yaşamın ağırlığını şu günlerde taşıyamaz olmuştum." Bunun bir intihar olduğunu bilir.

1960 ile 1967 arasında yazılıp 2001'de yayımlanan Devam ile Çığlık'ta yine kıyıdakileri, yalnızları, tutunamamışları gündeme getirir.

Ferit Edgü Av'da, "düş gücü"nün önemini vurgular. Kitabın önsözünde şöyle der: "İnsanoğlu yeni mevsiminde, içinde yaşadığı çelişkilerden yararlanmasını bilirse, ortaya birbirinden güzel, birbirinden derin ve anlamlı binlerce ak ya da kara kuğunun düşünü, gerçeğini koyabilir. Toplumsal koşulların ağırlığı altında unutulan, bir kıyıya atılan, 'düşsel' ya da 'kurgusal' olan da, o zaman, yeniden tüm özgürlüğü, tüm bağımsızlığı içinde belirebilir. Gerçeğin içindeki düş, düşün içindeki gerçekle el ele yürüyen yaratıcı istem, an, o zaman dar sınırların içinden kurtulmayı başarabilir. Kanımca, umutsuzluğun, karamsarlığın tek panzehiri de budur." Öykülerde bunalımın ve çaresizliğin çıkış noktası cinsellik olarak gözükür ("Yitik Gün" ve "Kötü"). Öyküler, mutsuz evlilik üzerine kurulur. Kahramanlar, kıstırılmış bir hâlde evlilik cenderesinde yaşarlar. "Karanlıkta" öyküsünde hep takip edildiğini düşünür anlatıcı. O gece evine gitmek istemez. Onu hep bekleyen karısından uzakta geceyi geçirmeyi düşler. Düşler, öykülerde baskın bir tema olarak yer alır.

Bir Gemide, Edgü'nün gerçeküstü yaklaşımla oluşturduğu kitabıdır. Düşle gerçek arası gidip gelen sembolik bir dil kullanır. Gerçek diye bilinen şeylerin tartışmalı olduğu, daha doğrusu gerçeğin binbir yüzünün olduğu öykülerde örneklenir. Anlatıcıların çoğu yazardır, yaşanan çelişkileri fark eden yazarlar, bunu bir şekilde kayda geçirirler. "Kaza" öyküsünde, anlatıcı bir otobüs yolculuğunda, otobüsün kaza yaptığını kendisinin de yaralandığını belirtir. Ama çevresindekiler onun bir uçakta olduğunu, uçak kazası geçirdiğini, uçaktan kurtulan tek kişi olduğunu ileri sürmektedir. "Kentin Üzerinde Dayanılmaz Bir Koku" öyküsünde, kentin üzerindeki dayanılmaz kokuyu hisseden anlatıcı, bunu kendisinin dışında başkalarının da hissedip hissetmediğini merak eder. "Bir Gemide" öyküsünde yine sembolik dil kullanılır. Anlatıcı, rotasız bir gemide yol almaktadır. Ama nereye gittiğini bilmeden bindiği gemide garip şeyler olmaktadır. Kaptanını bulamamakta, gemide forsalar yaşamakta ve her an batma tehlikesi geçirmektedir. Gemi, Türkiye ya da yaşamın kendisini; kaptansızlık, rotasızlık ve batma kaygısı ise ülkenin ve yaşamın tehlikelerini simgeler.

Onun öykü serüveninin en önemli duraklarından biri de "minimal öykü" anlayışıdır. Binbir Hece, Doğu Öyküleri, İşte Deniz, Maria, Do Sesi, Nijinski Öyküleri onun minimal öykü anlayışıyla yazdığı öykülerden oluşur. Ferit Edgü, benzetmelerle, süslemelerle dolu yazmanın bir aldatmaca olduğunu düşünür. Gerçeğin yalın olduğunu belirten Edgü, bunu da yalın anlatmanın doğru olduğu kanısındadır. Ayrıca hayatımızın da gün geçtikçe minimalizme doğru kaydığını ileri sürer. Bu nedenle yalınlığa, daha fazla yalınlığa, daha fazla yalınlığa doğru yönelmek gerekir. Bir söyleşisinde, "Bunlara, (görsel sanatlardan ödünç aldığım bir deyişle) minimal öyküler adını verdim." der.

Resimde, müzikte, mimaride, sinemada anlam alanı bulan minimal yaklaşım, şimdilerde öyküde de yaygın bir şekilde tartışılmakta. Henüz kavramlaştırma ve kuramsal temelleri oluşturulma aşamasında olan bu anlayışın nasıl bir yol ve serüven izleyeceğini şimdiden kestirmek zor, ancak ortaya konan nitelikli örnekleriyle edebiyat dünyasında varlığını kabul ettirdiği bir gerçek. Her ne kadar 1990'larda yaygınlaşsa da, Franz Kafka, Jorge Luis Borges, Julio Cortázar, William Faulkner, Dino Buzatti gibi yazarlar kısa kısa öyküler (minimal öykü) yazdılar. Bizde ise Ferit Edgü, Vüs'at O. Bener, Refik Algan, Hulki Aktunç, Sema Kaygusuz, Tezer Özlü, Sevgi Soysal, Murat Yalçın, Mehmet Harmancı, Haydar Ergülen, Tarık Günersel vb. yazarlar bu yaklaşımın örneklerini verdiler.

Örneklerinden yola çıkarak kısa kısa öykünün kimi özelliklerinin belirginleştiğini söyleyebiliriz. Öncelikle kısa kısa öyküde anlam, bir bütünü temsil eden en küçük parçaya sıkıştırılmıştır. Bu yüzden yazar, sürekli ayıklama, atma, eksiltme yapar. Şiirde imgenin ortaya çıkışı gibi, yazar, anlamı simgeleyecek bir "anekdotu" bulma peşindedir. "Engelleyici seçicilik" ve "arıtma" başat anlayıştır.

Öykünün gücü anlatılan şeye değil, anlatılmayan, gizlenen şeye yüklenmiştir. Çünkü tahkiye olabildiğince silikleşmiştir. Bu nedenle anlam, çoğunlukla anlatılan cümlelerde dışlaşmaz, üstü örtülmüştür. Şüphesiz öznenin etrafındaki şeyleri atmakla öznenin mutlaka daha da belirginleşeceği söylenemez. Seçme bazen de anlaşılır olanı gölgeler, anlama imkânlarını büsbütün kapatır. Bu durumda sadece açıkta kalan şey, okurun anlama tutunma dayanaklarıdır. Kısa kısa öyküde anlatılmayan şeyler çoğunlukla daha fazla anlam yüklüdür. Hiç kuşkusuz, yalınlık, sadelik ve enazcılık dendiğinde devreye girecek olan "okur"dur. Bu metinlerde okura fazlasıyla iş düşer. Okur düşünmeye yöneltilerek "mesele"nin onda çoğalması hedeflenir. Kimi kez hedeflendiği gibi sade değil, karmaşıktır. Okura bulmaca çözme zevki verir. Bu yüzden aynı zamanda okurun kendisini test ettiği bir metindir. Bazen estetik bir bulmacaya dönüşür. Kısa kısa öykü, sona yönelik bir metindir. Tüm anlatım finale odaklanmıştır. Sonlarda ise genel beklentileri boşa çıkaran sürpriz bir yan vardır: Çarpıcılık. Anlatı, bu çarpıcı son cümleye göre kurgulanmıştır. Dilin imkânlarının etkin bir şekilde kullanılmasına ihtiyaç duyulan bir anlayıştır. Meselenin en az sözcükle anlatılması amaçlandığından sözcük seçimi, rafine dil büsbütün önem kazanır. Sözcük yan anlamlarından çok asli, hedeflenen anlama hizmet eder.

Ferit Edgü'deki kısa kısa öykü anlayışı, yalınlık arayışının bir parçasıdır. Binbir Hece onun minimal anlayışla yazdığı ilk öykü toplamı olur. Tüm öykü serüvenindeki belli başlı temaları bu kez de kısa anlatmayı dener. Kitabın girişinde olaylara, betimlemelere, tiplemelere sırtını dönüp birkaç sözcükle öykünün özünü yazmaya çalıştığını söyler. Bu öykülerin ne başı ne de sonu vardır. Öykünün tam orta noktasına odaklanmış öyküler başını ve sonunu okura bırakır. Konuşulmamış aşklar, adaletsizlik, yalnızlık, düşler, yazma sorunları temaları kısa kısa öykülerde yer bulurlar.

Doğu Öyküleri, Edgü'nün, hantal/despot bürokrasiyi, kıyıcı toplumsal düzeni ve dağ kanunlarını gündeme getirdiği, Kimse ve Hakkâri'de Bir Mevsim romanlarının eskizleri gibidir. Bilindiği gibi bu romanlarda Edgü, Doğu gerçeğini yalın, dolambaçsız ve çarpıcı bir şekilde anlatırken Doğu insanlarının hem kusurlarını, hem erdemlerini, onları bu hâle getiren çaresizliklerini işler. Tematik odağa da insan sevgisini oturtur. Doğu Öyküleri'nde işte bu dünyanın minimal öykülerini yazar. Kahramanlar aynı kahraman, dünya aynı dünyadır. Doğunun acımasız, kıyıcı insanlık hâlleri... Mağarada yaşamaya mahkûm insanlar, acımasız doğa koşullarıyla mücadele, gidecek hiçbir yeri kalmamış çaresiz insanlar, yıkılmış köyler, öldürülmüş insanlar...

Yine minimal anlayışla yazdığı öykülerden oluşan Do Sesi'nde, ölüme direnme, onu aşma yöntemleri ("Do Sesi"), ölüme düşsel yaklaşım ("Son Hece"), intihar ("Son Yüzücü"), bulmanın ve kaybetmenin anlamsızlığı ("Yol"), yazma sorunları ("Özet"), ("Bir Öykü"), ("Şerbetli") temalarını gündeme getirir. İşte Deniz, Maria'da, kıstırılmışlık, yalnızlık, cinsellik, yazı, mutluluk, ölüm belli başlı temaları olur. Nijinski Öyküleri, bir dans dahisinin günlüklerinden yola çıkılarak, minimal anlayışa uygun olarak oluşturulmuş öykülerdir. Bu metinlerde, şizofren bir sanatçının günlüklerine düştüğü izlenimler, duygular, ruhsal durumlar minimal anlayışla öykü katına yükselir. Aşk, delilik, başkaldırı, yazı, yalnızlık, ölüm, intihar yine öykülerin ana omurgasını oluşturur.

Ferit Edgü tüm yazın yaşamı boyunca felsefi/tematik anlayışına (Kafkaesk bunalım ve Beckettvari hiççilik) sadık kaldı. Gerçeğin binbir yüzünü açık etmeye, insanı kendisiyle, yaşanan gerçeklikle yüzleştirmeye çalıştı. Biçimsel anlamda ise hep yenilikçi çizgide oldu. Sonuçta yenilikçi/modernist/deneysel öykücülüğümüzün önemli bir ismi olmayı başardı


Yayın Tarihi : 22.07.2024

 
         
Yorum yazmak isterseniz...
İsim
@-posta Adresiniz
@-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.
Yorumunuz
Güvenlik kodu
 
  Yorumunuz onaylandıktan sonra yayınlanacaktır
 
Okunma Sayısı: 196